30 Kasım 2013 Cumartesi

Çocuk İstismarı konusunda çocuklarımızı nasıl bilinçlendirelim?

Bugünkü yazım geçenlerde konuştuğum ve endişelerini haklı olarak paylaştığım bir velimle sohbetimiz sonucu ve sayısı gittikçe artan (Allah korusun) taciz ve tecavüz haberleri üzerine şekillendi. 
Araştırmalarım sonucu geçen yıl onlineanne'nin yazdığı "Çocuk İstismarı konusunda çocuklarımızı nasıl bilinçlendirelim?" yazısına ulaştım. Kendisinin izniyle yazısını aşağıya alıntılıyorum: 


"İkiz kızlarım Amerika’da bir devlet okulunda 1. Sınıfa devam ediyorlar. Geçenlerde okuldan imzalamam için bir izin belgesi gönderildi. Belgede kızlarımın çocuk istismarına yönelik olarak bilgilendirilecekleri bir programa katılmalarına izin verip vermediğim soruluyordu. Programın içeriği hakkında daha çok bilgi almam için de yarım saatlik bir videoyu seyretmem öneriliyordu.
Videoyu seyretmeden kağıdı imzalamak istemedim. Zaten çok sıcakkanlı olan ve herkese fazlasıyla güvenen kızlarımla bu güvenlik konuşmaları kafamı karıştıran konular kapsamında. Yani onları korkutmadan, sahip oldukları “herkes iyidir” imajını yıkmadan, herkesle sohbet etmek isteyen, bazen sarılmaları falan abartan kızlarımı yabancılarla ilişkiler konusunda bilgilendirmede ikilem yaşadığım oluyor. Yani sıcakkanlı, girişken olmak iyidir ama “yabancılar her zaman bizim umduğumuz gibi güvenli olmayabilirler, onları tanımıyoruz” mesajı onlar tarafından doğru algılansın diye, özellikle market kuyruklarından sonra çok dil döküyorum. Şimdi de “tehlikelerle dolu dünya” algılarını iyice genişletir mi bu ders diye düşündüm açıkçası.
Genel olarak bu konudaki hassasiyetleri biz Türkler abartı bulma eğilimindeyiz. Biz ne de olsa çocukları “poponu yerim” diye seven bir milletiz. “Aaa, Fatma teyzen öptü sadece, niye kızıyorsun, ayıp”, “Ne varmış canım bunda” türevi çok farklı tepkilerimiz olabiliyor. Hatta, toplumca sanki bizim tacize bakışımız da geniş; neredeyse taciz illaki tecavüzle sonuçlanmalı ki şikayet edilebilsin durumu var. Onda bile “mağdur”un daha da mağdur edildiği bir ülke Türkiye. Yani tecavüzü bile haketmiş olabilirsin. “Bir tokattan ne çıkar”, “Ne yaptı da haketti”  mantığı var. Hatta daha ileriye gidip Türkiye’de kadınların çoğunun bir taciz öyküsü olduğunu iddia edebilirim. “Aaa benim yok” diyenler varsa da gerçekten hayatlarında otobüste hiç ellenmemiş, sokakta söz ve gözle hiç tacize uğramamışlar mı, yoksa gerçekten bunları tacizden saymıyor olabilirler mi diye merak ediyorum doğrusu.
Neyse, böyle bir eğitim dersinin içeriğini çok merak ettim açıkçası. Sonra videoyu seyrettim ve de kağıtları imzaladım. Videoda anlatılanları da paylaşmak istiyorum.
Videoda öncelikle kız-erkek ayrımı yapmadan çocuk istismarının yaygınlığına değiniliyor. 18 yaşına kadar her 4 kız, her 6 erkek çocuğundan biri tacize uğruyor, hem de tacizi yapan çoğunlukla yakınları, bildikleri, güvendikleri biri. Bu kapsamda sınıfta verilecek olan eğitimin içeriği de şöyle özetleniyor:
1. Vücudumuzdaki özel alanların anlatılması: Bu alanlar mayonun kapattığı yerler olarak gösteriliyor.
2. “Hiç kimse sizin özel vücudun parçalarınıza bakamaz ve dokunamaz”üzerinde konuşma: Çocuklara kendilerinin de başkalarının özel yerlerine bakamayacakları ve dokunamayacakları söyleniyor. Bunun tek istisnası canımız acıdığında sorunu anlamak için anne/baba ve doktorun “sizden izin alarak” bakması ve dokunması olarak anlatılıyor. Bu kapsamda dokunma hakkında bilgiler veriliyor.  İyi dokunma (Güvenli)-kötü (güvenli olmayan) dokunma ayrımı anlatılıyor. Burada kötü dokunmaların hissettirebileceği -korku, kızgınlık, üzüntü, karışıklık- gibi duygular üzerinde konuşuluyor.
3. “Birisi özel yerlerinize baktığında ya da dokunduğunda yapacaklarımız”üzerinde konuşma: Bu kısım çok önemli; çocuğa kendisini iyi hissettirmeyen kötü bir dokunuşla karşılaştığında yapması gerekenler öğretiliyor. Bunlar 4 başlıkta çocuğa öğretilmeye çalışıyor:
1. Söyleyebileceğin en sert ve en ciddi biçimde HAYIR de. (NO)
2. Oradan uzaklaş ve güvenli bir yere gitmeye çalış. (GO)
3. Güvendiğin bir büyüğüne anlat. (TELL)
4. Büyükler seni dinleyip bu konuda birşey yapana kadar da söylemeye devam et. (KEEP TELLING)
Bu 4 maddeyi çocukların hatırında kalması için slogan biçiminde ezberletmeye çalışıyorlar. İngilizce “No, go, tell, keep telling” olan bu dört madde Türkçede daha zor: Hayır de, uzaklaş, susma, söylemeye devam et.
4. “Birisi özel yerlerinize baktığında ya da dokunduğunda büyüklerinize anlatmamanız için size söylenebilecek yalanlar” üzerinde konuşma: Burada da çocuklara bu konuda en yaygın yalanlar şunlar, bunları duyduğunuzda sakın inanmayın türevi bilgiler veriliyor. Mesela,
-Bu bizim sırrımız: İyi sırlar ve zararlı sırlar ayrımı öğretilmeye çalışılıyor. Zararlı sırlar anneye babaya mutlaka söylenmelidir mesajı ile birlikte bu sırlara örnekler veriliyor.
-Tehdit (Sana asla inanmazlar, annen baban seni sevmez yalanı): Buna asla inanmamaları gerektiği anlatılıyor.
-Ödüller (sana para veririm oyuncak alırım): Asla aileden izin almadan hediye kabul etmeme üzerinde duruluyor.
Bu kadar çok şeyi 6 yaşındaki çocukların hatırlamasının çok güç olması nedeni ile bu konuların evde de ara ara tekrarının yapılması, üzerinde konuşulması gerekiyor.   Zaten o yüzden “Hayır de, uzaklaş, susma, söylemeye devam et” sloganıyla çocukların hatırlamasını sağlamaya çalşıyorlar. Sınıfta bunlar konuşulduktan sonra da tüm bunları özetleyen Winnie The Pooh ve arkadaşlarının da bunları anlattığı bir çizgi film seyrediyorlar.
Sonuçta iki kızım da kendi sınıfında bu dersi aldı. Eve geldiklerinde  yukarıda resmi de görülen “Biliyor musunuz, vücudunuz sizindir” başlıklı bütün bu anlattıklarımı içeren bulmacalar, oyunlar, boyamaları içeren bir aktivite kitabı vardı ellerinde. Aradan bir süre geçince oturup aktiviteleri yaptık beraber ve bana anladıklarını anlatmalarını istedim.  Beklediğimden çok daha fazlası akıllarında kalmıştı.
Bu tür bir eğitimin okulda da olması çok önemli. Türkiye’de böyle bir eğitim okullarda var mı bilmiyorum. Umarım vardır. Olmasa bile benzer konuşmaları çocuklarımızla yapmak  zaten bize düşüyor. 
Peki, Allah korusun diyoruz da, çocuğunuz istismara uğrarsa ya da istismara uğrayan bir çocuğu korumamız gerekirse ne yapmak lazım? Bahsettiğim videoda şunlar öneriliyor: önce sakince dinleyin; üzüntünüzü, kızgınlığınızı belli etmeyin; asla sorgulamayın (olay hakkında bilgi almaya çalışmayın); sadece onu anladığınızı belirten sözler söyleyin ve uzmanlara başvurun ki gerekli soruları onlar uygun şekilde sorsun.
Kim bu uzmanlar sorusunun Türkiye için cevabını aradım ve hemen bir bilgiye ulaşamadım doğrusu. Ama öğrendiğim şu, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı‘nın bir ALO 183 Aile, Kadın, Çocuk, Özürlü ve Sosyal Hizmet Danışma Hattı varmış ve bu tür durumlarda uzmanlar yönlendiriyormuş. Ama yetkili merciler karakol ve savcılıklar diye geçiyor ki okuduğum haberleri düşününce bunlar bile kanımı dondurmaya yetiyor."

Konuyla ilgili olarak şu sitede bazı posterler buldum:




Çocuklara ve kadınlara yönelik şiddet+tacizlerin bitmesi ve suçluların cezalandırılması dileğiyle.

29 Ağustos 2013 Perşembe

Birdenbine Masallar No:4 Bebipen


 (Ön kapak)
(Arka kapak)
Adı: Bebipen
Yazarı: Uzman Psikolog Şebnem Kartal
Yayınevi-Basım Tarihi ve Yeri: Sistem Yayıncılık - Kasım 2008,İstanbul
Fiziksel Özellikler: 20x18 boyutlarında kolay kavranır bir kitap. Ortadan iki zımbalı. Toplamda 36 sayfadan oluşuyor. 
Bundan önceki 4 kitapla aşağı yukarı benzer ayrıntılara sahip. Metin, kitap harfleriyle basılmış ve yeterince rahat okunabilir puntolarda. 

Bu kitapta sol sayfada resimler, sağ sayfalarda metinler mevcut. Bu haliyle kitabın sınıfta çocukların arasında katlanarak okunmasını kolaylaştırıyor. (Kolaycı öğretmen modu)

Yine kitap kahramanının adı metne kapaktaki görseliyle basılmış. 

Kitabın Resimleri/Çizimleri: Tasarım Graphinn tarafından hazırlanmış. Fazla ayrıntıya girilmemiş resimler olduğunu söyleyebilirim. 
Resimler konusunda kişisel görüşüm sanırım hiçbir zaman değişmeyecek. Çizim çocuk kitabına da yapılıyor olsa, mümkün olduğunca gerçekçi ayrıntılar kullanılmalı. Çocukta yanlış bir perspektif algısı oluşturabilecek resimler veya insansı özellikler katılmış hayvan resimleri görmekten hoşlanmıyorum. 
Al sana inci kolyeli anne penguen. Boynuna atkı takmış penguen de var. 
Diğer çizimler dediğim gibi ayrıntısız bir penguen hayatını yansıtıyor. 


Hikayesi: Bildiğiniz gibi penguenler yumurtadan çıkarlar, yumurtadayken penguenleri babaları keselerinde saklar, anneleri yemek bulmak için okyanus kıyısına giderler. Anneler hem karnını doyurup, hem de döndüğünde doğmuş olacak yavrusunu beslemek için besin depoluyorlar. Anneler döndüğünde bu sefer babalar bu zorlu yolculuğa adım atıyorlar. Hikayemizde Bebipen'in annesi de bu yolculukta ölüyor ve Bebipen yumurtadan çıktığında annesinin artık hayatta olmadığı gerçeğiyle yüzleşiyor. Babası da yiyecek yolculuğuna çıkacağı için Bebipen yalnız kalacak. 
Yavrusu olmayan bir dişi penguen Bebipen'in bakımını üstlenme teklifinde bulunuyor. Bebipen'le hayata, sevmeye, sevilmeye dair sohbet ediyorlar. Bebipen, Penguen Hanım'la hayatı tanımaya ve alışmaya başlıyor.

Anlatım Dili-Kullanılan Kelimeler/Kavramlar: Şebnem Hanım yine kitabında duygulara ağırlık veriyor. Güvende hissetmek, özenle korumak, tedirgin olmak, hayranlıkla izlemek, teselli etmek, birbirine destek olmak gibi kavramlara yer verilmiş. Ayrıca ikili konuşmalarda "Sen-Ben Dili"nin yansıtılmasına özen gösterilmiş.

Bu kitap neden alınmalı?: Kitap penguenlerin yaşamı hakkında da oldukça ayrıntılı bilgi veriyor. Tabi burada hikaye ile ilgili dikkat edilmesi gereken bir noktayı belirtelim: Hikayede de bahsettiğim gibi Bebipen'in annesi ölünce bakımını bir başka kadın üstleniyor. Tam olarak evlat edinme de değil, tam anlamıyla üvey annelik de değil. 
Hayatta ebeveynlerinden birinin ölümü ile bir akrabasının yanında yaşayan çocuklar da var. Annesi ile babası ayrılıp yeni bir evlilik ile yeni bir aile hayatı yaşayanlar da var. Yuvadan evlat edinilen çocuklar da var. Zaten "Evlat edinilme" çocuk için oldukça hassas bir konu ve bildiğim kadarıyla psikologlar açıklama zamanını aileye bıraksalar da okul öncesi dönem ile ilkokul döneminin uygun olduğunu belirtiyorlar. Bahsettiğim durumlara göre belki hikayede uyarlamalar yapılabilir.  

Hangi yaş grubuna uygun?: Hedef yaş grubu 3-12 olarak belirlenmiş. 

Benim deneyimlerim: Bu kitabı "Gems Penguenler" konusunu işlerken penguenlerin hayatını aktarmak için konusunu değiştirerek okuyordum. 

Not: Penguenlere bayılıyorum. Penguenlerin hayatı ile ilgili "La Marche de L'Empereur-March of The Penguins-İmparatorun Yolculuğu" belgeselini öneririm. Müziklerini de kendisine ayrıca bayıldığım Emilie Simon yapmış. 

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Türkiye'de Kadın Olmak

Uzun zamandır benzer şeyleri düşünüyorum. Sürekli bir "kadın" üzerinden dönen tartışmalar, kadının doğum izninin ne kadar olması gerektiğine yasalar karar veriyor, kadının kürtaj yaptırıp yaptıramayacağına bakanlık karar veriyor, kadının tecavüze uğrayıp uğramadığına savcılık karar veriyor. Hepsi ataerkil, erkek egemen kurumlar. 

Bir haber okudum bugün, bu adreste:
http://www.gercekgundem.com/?p=563252

Ben ayrıntısını yazayım biraz, Bingöl'de zihinsel engelli bir kız tecavüze uğruyor, tecavüze uğradığı hamileliğiyle, hamileliği ise karın ağrısı şikayeti ile hastaneye gitmesiyle ortaya çıkıyor. Savcılık -inanılması güç ama bu yargı sisteminde kısa bir zaman olduğu bile düşünülebilir- 22 gün sonra engelli kızın, kendisini hamile bırakan kişiLERden şikayetçi olmadığı ve RIZASININ OLDUĞU gerekçesiyle soruşturmaya gerek olmadığına karar veriyor. 

Köye dönüldüğünde ise babası yıllar önce ölmüş, okumamış, zihinsel engelli ve tecavüze uğrayarak hamile kalmış bu kızı öldürmeleri ve namusunu temizlemeleri için annesi ile abisine baskı kuruyor köyün diğer 35 hanesi. Ve iletişimi kesiyorlar bu namus meselesi çözülene kadar. 

Hadi diyelim bu köylü halk cahil kaldı, bu tür olaylarda "erkek" tarafından bakıyor olaya. Peki ya savcılık? Onlar da mı cahil? Zihinsel engelli, Türkçe bilmeyen bir kızın rızasının olduğuna nasıl karar verilebilir? 

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (kaldı ki yanlış hatırlamıyorsam eski adı Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı idi, bu adın değiştirilmesi bile zihniyeti ortaya koyuyor aslında) duruma el koymuş ve soruşturma tekrar başlatılmış. 

Bu arada ne olacak? Adli Tıp'tan bilmem kaç ay sonrasına randevu alınacak, Adli Tıp uzmanları kızın ruhsal durumunun bozulmadığına kanaat getirecek, bu arada yasal sınır çoktan aşıldığı için bebek doğurulacak ve yuvaya verilecek. Aile de köyden göç etmek zorunda kalacak. Tecavüzcülerin yaptığından duyulan gururla sırtına vurulurken, bu ailenin sırtına vurduğu eşyaları olacak, yediği laflar, işittikleri hakaretler olacak. 

Bir de bunlar duyduklarımız, okuduklarımız. Ya sesleri duyamadığımız niceleri.. Bizi kim koruyor? 

22 Ağustos 2013 Perşembe

Her Güne Bir Çocuk Kitabı

Kitap okuma performansımı zaman zaman yeterli bulmasam da iyi bir kitap okuyucusu olduğuma inanıyorum. Daha küçüklükten itibaren bir kitap kurduydum ve bu aşk küçük yaşlarda edinilmezse sonradan kazanılması pek mümkün olmuyor. Bana göre kitap okuma bir aşk, bir alışkanlık değil. Evinde kitaplığı olan, çevresinde elinde kitaplar, gazeteler, dergiler taşıyan insanlar gören, hele bir de gece uyku saati rutini olarak kendisine kitap okuyan anne-babaya sahip bir çocuğun çok (hatta çok çok) şanslı olduğunu düşünüyorum. 

Okuduğum, beğendiğim, kuytularda köşelerde saklamak istediğim kitaplarım haricinde kendimce zengin bulduğum bir çocuk kitapları arşivim de var. Çünkü sınıfların kitaplıklarında bulunan, genellikle öğretmenin sene başında velilerden almasını istediği ve sene boyunca aslında doğru düzgün yüzüne bakılmayan çocuk kitaplarını yetersiz ve saçma buldukça; çocuklara okumak için hem daha uygun resimlenmiş, bazen eğitici, bazen sadece eğlenceli, kaliteli kitaplar aramaya başladım. 

İnternet sitelerinin indirimlerinden, kitap fuarlarından, kitapçıların fırsat köşelerinden sıkça yararlanıyorum bu konuda. 

Blogda da bir kitabı neden sevdiğimi, hangi yönleriyle tercih ettiğimi ve bu kitapla ilgili genişletilmiş etkinlik fikirlerini paylaşmayı uygun buldum. 

Bu arada güzel bir haber, çocukların kitap okuması/okuyabilmesi için çabalayan Esra Akçay Duff'ın girişimi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin destekleri ile bir gezici çocuk kütüphanesi oluşturuldu. 


Gezici kütüphane 21 Ağustos-14 Eylül tarihleri arasında hafta içleri ve Cumartesi günleri saat 10.00 ile 18.00 arasında Göztepe 60. Yıl Parkı'nda olacak. 
Güncel bilgileri Kitap Okuyan Çocuklar sitesinden ya da https://www.facebook.com/KitapOkuyanCocuklar adresinden 
edinebilirsiniz. Ben de tatilde olduğum için haftaya bir gün gidip görmek istiyorum mümkünse. 
Bir kez daha yazalım: Şimdiki çocuklar çok şanslı. 

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Taare Zameen Par-Yerdeki Yıldızlar

"Every Child is Special-Her çocuk Özeldir" adıyla da bilinen, eğitimciler başta olmak üzere herkesin izlemesi gerektiğine inandığım filmlerden biri. 
2007 yapımı Aamir Khan (ben nedense Emir Han demeyi tercih ederim) başrollü bu film; disleksi olan bir çocuğun onu anlamayan ailesi, öğretmenleri ve arkadaşları arasında yitip giderken, varlığını ve yeteneklerini keşfeden bir öğretmeni sayesinde hakettiği başarıları kazanmasını anlatıyor. 


Filmle ilgili paylaşmak istediğim birkaç nokta var. 1. si resim öğretmenimizin sınıfa ilk girişi:

"Çocukların dikkati nasıl çekilir/toplanır?" konulu, Öğretim Yöntem ve Teknikleri dersinde okutulması gereken 10 numaralı hareketler içeriyor. Anaokullarında ya da anasınıflarında çocuklarla bu türden coşmalar, kopmalar yaşama fırsatımız çok oluyor. Ancak ilkokul ve ortaokullarda nasıl karşılanır bilemiyorum. 

Bunun dışında bir de bahsetmek istediğim 2. nokta şu:


Bu video (filmin bu kısmı yani) kahramanımız Ishaan'ın işadamı babası, okulun gözde öğrencisi abisi Yohann ve 3. sınıf öğrencisi küçük Ishaan'ın her sabah nasıl uyandığını-nasıl hazırlandığını; annenin de bu hazırlıklara katkılarını gösteren kısmı. Baba ve abi ne kadar disiplinli tavırlar içindeyse Ishaan o kadar keyfekeder. 
Zaten matematik yazılısında bile 3*9=? sorusuna cevabı hayaller kurarak buluyor. Yatılı ve disiplinli bir okulda tembelliğine (?) çare bulacaklarını düşünen ailesi oğullarını giderek kaybettiğinin farkında değil aslında. Herkes çarkın dişlileri arasında kendine önemli bir yer edinmek zorunda mı? Film bunu da sorduruyor bize.

Allah'tan işte bu okula vekil gelen öğretmen, Ishaan'ın yaşadığı zorlukların nasıl çözüleceğinin ve ondaki üstün resim yeteneğinin farkına varıyor da Ishaanımız sönmekten kurtulan aksine ışıl ışıl parlayan bir yıldız oluyor. Diğer her çocuk gibi. 
Nikumbh, okul sonrası Ishaan'la birebir çalışırken pek çok tanıdık yöntem görüyoruz: Kuma yazma, oyun hamuruyla harfler yapma, resimli metinler okuma, büyük satırlara yazı yazma vb. Bir eğitmen yeter ki bu soruna eğilmek istesin, öğrenemeyecek çocuk yoktur. (Ha bizdeki kalabalık sınıflar gerçeğini kesinlikle ve kesinlikle es geçmiyorum ama bazen sadece biraz daha fazla zaman, bu tür sorunları çözmeye bir adımdır) (Ayrıca 4+4+4le 1. sınıfa erken başlayan ve okuma-yazma öğrenemeyen çocuklar gerçeği ise başka bir post konusu)


Bu resim de sene sonunda okulda bir resim yarışması düzenleyen Nikumbh'un gözünden Ishaan. 


Her çocuk özeldir, her çocuk önemsenmeyi hak ediyor.

16 Ağustos 2013 Cuma

Ben Kimim?

Bloglarda çok dolanan bir mim vardı, eh kendim hakkında biraz zevzeklik etmeye vesile olsun.

Ben Kimim?
İsmim Didem. Artık 30lu yaşlarına dayanmış bir anasınıfı öğretmeniyim. (3lü yaşlar hoş geldin ühühühü)

Blogumun adı nereden geliyor?
Sanırım kendimi bir prenses sanmam şu fotoğrafla başladı. Bir kutlama partisinde Pamuk Prenses kostümü giymiştim. (Ya aslında gerçekten bir prenses olsam hiç de fena olmazdı.)
 Öğretmenlikte 9 yılı bitirdim. Stajlarım, AÇEV’de ve TEGV’de gönüllülük yaptığım dönemler de eklendiğinde oldukça uzun bir zaman boyunca çevremde minik adamlar/hanımlar oldu.
Çocukların dünyaya olan merakına, ilgisine, saf duygularına, olayları algılayış ve yorumlayış biçimlerine bayılıyorum.

Blog açmaya nasıl karar verdim?
Yazı yazmayı sevdiğim için, kendi kendime yazılar yazdığım bir blogum vardı. Sonra sildim hepsini, paylaşmaya değer bulmadığım için sanırım. Ve blogumu dönüştürmeye karar verdim geçen yıl.

Neden eğitim blogu?
Yaptığım en iyi iş olduğu için diyebilirim. Paylaşımlarımın dönem boyunca az olmasının bazı sebepleri vardı. Blogun ne yöne gitmesi gerektiğine de aldığım bir eğitim sayesinde karar verdim.
1. Çocuk kitapları ile ilgili az sayıda blog mevcut. 3-6 yaş çocuk kitapları konusunda oldukça büyük sayılabilecek bir arşivim var ve bu nedenle her güne bir çocuk kitabı tanıtmaya karar verdim. Çünkü bu dönem kitap sevgisi ve kitap okuma alışkanlığı için doğru bir dönem.
2. Montessori eğitimi aldım ve şartlarda bir değişiklik olmazsa bu yıl bir Montessori sınıfım olacak. Bu eğitim sistemiyle ilgili bilgi ve uygulama paylaşımı yapmayı planlıyorum.

Kişiliğim
Doğru bulduğum şeyleri karşımdakini kırma pahasına söyleyebiliyorum bazen. Diplomasi sanatını öğrenebilseydim belki hayat benim için daha kolay olurdu.
Mükemmeliyetçi değilim ama detaycıyım. Bir işi herhangi bir adımını üstünkörü geçmeden, olması gerektiği gibi yapmak isterim. Belki bunun bir etkisi ya da sonucu olarak mesleğimle ilgili ne istediysem deneme/öğrenme fırsatı bulmuşumdur.

Hoşlandıklarım
Çayı kaşıkla içmek. Kaşıksız çay içemem. Bana göre muhabbeti arttıran da, koyulaştıran da, bitiren de kahve değil, çaydır.
Leyla ile Mecnun delisiyim. Bazen sırf bu yüzden arkadaşlarım “yeter ya bıktık bu dizi muhabbetinden” noktasına sürüklenmekteler. Ama biraz törpüledim kendimi.
Hayal kurmaya bayılırım.

Bunlar dışında ilgi duyduklarım dönem dönem değişir. Bir dönem Mısır ve Yunan mitolojisine deli oluyordum, uğruna sanat tarihi bile okuyabilirdim. Bir dönem yazarlığa merak salıp anılarımı külliyat haline dönüştürmeye karar verdim. Ama sonra yaşanmamışlıklarımın anılarımdan daha büyük bir alan kapladığını görünce vazgeçtim. Erteledim diyelim ya da. Bir dönem bulmacalara sardım. Nasıl ki Candy Crush delileri uykusunda bile şekerler patlattığını söylüyor, ben de o dönem çengeller, sarmallar, soldan ikinci harfler filan görüyordum rüyalarımda.

Hoşlanmadıklarım
Bir Terazi asla ve asla kaba hareketlerden hoşlanmaz. Salon hanımefendisi ve prenses olduğumu daha önce söylemiş miydim? :)
Parmak arası terlikten de hoşlanmıyorum.
Ha bir de kentsel dönüşüm yalanından.

En çok sevdiğim makyaj malzemem
Makyaj sanatına aslen sadece 1.5 yıl önce aşık oldum. Bu yüzden takip ettiğim blogların büyük kısmı makyaj üstünedir.
En sevdiğim makyaj malzemem galiba Hot Mama allığım. Inglot 85 pigmentimi de seviyorum, kullanmaya kıyamıyorum hatta.

Çantamda olmazsa olmazım
Derin bir nefes alarak bir çırpıda yazıyorum: Islak mendilim, kağıt mendilim, güneş gözlüğüm, anahtarım, toka kutum, aynam, şarjım, kitabım, suyum, atıştırmalık bir şeyler, makyaj çantam, flash diskim, not defterim, kalemim, mp3üm, sanırım biz kadınlar bavul tarzı çantalar taşımaya bayılıyoruz.
Bunun yanında ara ara çantama eklenen bazı malzemeler olur. Mesela sigara içen ve çok çakmak kaybeden arkadaşlarımla sık takılıyorsam onlar için kibrit, çakmak taşıdığım olmuştur. Yankesiciliğe uğradığım bir dönem kilit bulundurmaya başlamıştım. Bu sebeplerden dolayı arkadaşlarım bana “Kaptan Mağara Adamı” adını taktı. Ne lazım olsa o da tüylerinin içinden çıkarırdı.

En son okuduğum kitap
Beni okuma konusunda silkeleyen ve toparlayan Pinnuccia’nın okuma etkinliği oldu. Sonradan katıldığım bu etkinliğin 3 haftasında hazırladığım listeden 3 kitap okudum:
-Kürk Mantolu Madonna (O kadar naif bir hikaye ki hakkında yorum yapmaya kalksam Raif Efendi'nin alınmasından ve omuzlarının biraz daha düşmesinden korkarım.)
-Mor Amber (Nijerya'daki siyasi olayların koyu Katolik bir ailenin kızının gözünden anlatıldığı bir hikayeydi.
-Aşkın Gözyaşları 1 ve 2 (Elif Şafak Aşk dedi milyonları götürdü ama şu meşhur hikayeyi önce Şems'in dilinden, sonra Mevlana'nın kalbinden, sonra da Mevlana'nın kızı Kimya Hatun'dan dinleyin en iyisi tarzında bir üçleme olmuş. Anladığım kadarıyla yetmemiş 4-5-6 diye de gidiyormuş. Bana Şems'in dilinden dinlediklerim yetti aslında)

30 Mayıs 2013 Perşembe

Çocukluğum - 2

Kahramanımız Dido’nun Z. ilçesi ile tanışıklığı ve ortaokul yılları aynı dönemde başlar. Yeni insanlar, yeni bir okul ve yeni maceralar… O dönem Dido’da sokak serseriliğinin tavana vurduğu yıllardır. Mahallede gerçekleşen çete kurarak, cam kırma vb. küçük çaplı maddi hasarlı eylemler gerçekleştirme, aşağı mahalle ile toplu kavga ve küfürleşme, sokaktan geçen yabancılara Polatvari hesap sorma, komşu zillerine basma (ve özellikle kaçmama), mahallede yatır gördüğünü iddia edip ortalığı birbirine katma ve telefon sapıklıkları gibi o yıllara ait her türlü adli olayda adı geçse de kendisinin uslu, sessiz, sakin, terbiyeli, kibar, pırrrrrrrrrlanta gibi bir kız olduğuna inanan büyükler var olduğu sürece; o her olaydan ustaca sıyrılmayı başarmıştır.
Böylece biz de Dido’nun içinde var olan şiddeti gerekli yerlerde ortaya çıkarıp, gerekli yerlerde ustaca perdeleyebilen bir kız olduğunu anlayabiliyoruz. Korku ve gerilim filmlerinde filmin sonuna kadar kendisinden şüphelenilmeyen psikopat Elmayra tarzı kızlardan olduğunu iddia bile edebiliriz bir anlamda.
İçindekileri zaman zaman perdelediği yerlerden biri de okuldur. O, okulda başarılı ve örnek gösterilen bir öğrenci olmak için çaba göstermekle birlikte başarılı kopya çekme yöntemlerini öğrenmek için de çaba göstermektedir. Tabi ki ilk denemelerinde başarısız olup yakalandığını inkar etmeyelim. Ama Dido bilir ki öğrenmenin ve uygulamanın sonu yoktur. Daha sonraki yıllarda yaratıcı, yaratıcı olduğu kadar da başarılı toplu kopya organizasyonlarının aranılan ismi olacaktır Dido.
Dido ilk (ve son) toplu dayaklarını bu dönemde yemiştir, voleyboldan bu yüzden nefret etmiştir. Mesleğine karar verdiği dönem de bu dönemdir. (Alanına ise daha sonra)

13–15 yaşları hep güzel hatırlanan mutlu yıllardır. Çocukluk bitmemiştir, heyecan bitmemiştir, eğlence bitmemiştir. Ardından fırtınalı dönem lise yılları gelir. Başka bir yazıda…

28 Mayıs 2013 Salı

Çocukluğum -1

Sevdiğim blogları düzenli bir biçimde takip edip yorumlar yapan ama kendi blogumda paylaşımda bulunmayı ihmal eden ben. Sağolsun o arkadaşlar da (bkz: Anılardan Seçilmiş) blogumuza el atalım diye mimlemekten geri durmuyorlar. 
Mimlediği konu çocukluk oyunlarımız. Yazdıklarını okuyunca aklıma birkaç eski yazım geldi. Dönem dönem ilgilerim değişir benim. Bir süre bulmacalar dünyasına merak sardım, bir süre Mısırlıların hayatına daldım, ordan Yunan mitolojisine geçtim. Bir dönem yorganın altında fener açıp kitap okudum, bir dönem o yorgan altında walkmanimden Beyaz'ın radyo programını dinleyip kıkırdadım. 

Bir dönem kendimi parklara atıp tek kişilik hayaller kurdum, bir dönem anılarımı yazmaya yeltendim. 
İşte aşağıda okuyacağınız yazı da o döneme ait bir başlangıç yazısı:



Adı: Didem (nam-ı diğer Dido)
Yaşı:30 (artık)
Didem yerleşik bir hayatı benimsemiş İstanbullu bir ailenin (İstanbul kelimesinin altı çizilir, 3 kuşak) ilk kızı olarak dünyaya gelmiştir. Tembelliği daha ilk yıllarda geç yürümesi ve geç konuşmasıyla kendini göstermiş ancak nedense göz ardı edilmiştir. Söylediği ilk kelimenin -Amannnnn anne! olduğu rivayet edilir. İlk yıllara dair elimizdeki veriler şu şekildedir: Sudan hoşlanmaz, yemekten nefret eder. Düzen karşıtıdır, ilk başarılı eylemlerini annesinin yemek ve oturma odası düzenini bozarak gerçekleştirmiştir.
O yıllarda anticiliğini bu şekilde ortaya çıkarmıştır.
Kardeşinin dünyaya gelişiyle pabucunun dama atıldığı hissine kapıldığı gözlenmiştir. Ebeveynlerinin başarılı yönetimlerine rağmen bu his içten içe Dido adlı kahramanımızı yıllar yılı kemirmiş, kardeşine de suikast girişimlerinde bulunmasına neden olmuştur. Hatta etkili bir darbesi kardeşinin ilkokul yıllık fotoğrafında göze çarpmaktadır.
Dido’nun ilkokul yılları çok da fazla kayda değmeyen olaylarla geçmiştir. Saat takıntısı bu yıllarda başlamıştır, ilk karşılıksız aşkını da yine bu yıllarda yaşadığını kayıtlardaki bulguları inceleyerek kabul ediyoruz. Özenli ve dikkatli bir öğrenci olan kahramanımız ne kadar yırtınsa da öğretmeninin gözüne girememiş, annesi de okula maddi katkılı bir insan olmadığı için “Öğretmenin gülleri” seviyesine erişememiştir. Bu yıllarda elde edilen bilgiler arasında zengin-fakir ayrımı diye bir hadise de vardır ve kahramanımız bu ayrımın yıllar yılı karşısına çıkacağını daha o zamanlardan fark etmiştir, çünkü kendisi gözlemci bir insandır.
(Bu arada yazarımız kahramanı son derece över tarzda yanlı bir yazı yazmaktadır durun bakalım)
Yerleşik hayattaki ailemiz kahramanın ilkokulu bitirme dönemine denk gelen zamanlarda çeşitli olaylar sonucunda göçebelik kast sistemine geçiş kararı almışlar, ancak bunu zamanında kahramanımıza iletmedikleri, ilettikleri zamanda da kendisi bu olayı kabullenemediği için kahraman tarafından yine protesto edilen bir taşınma olayı gerçekleşmiştir. Protesto için taşıma kamyonuna binmeyeceğini ve 12 yaşında dahi olsa gerekirse sokakta kalacağını ancak doğduğu evden ayrılmayacağını mahalle önünde açık ve seçik beyan etmiştir.
Komşularda ve akrabalarda kalınarak geçiş ve hazırlama süresi oluşturulmuş, ancak bir hafta sonunda kaçınılmaz son gelmiş çatmış ve semt değiştirilmiştir. Yeni semt kendini “delikanlı” addeden bir sürü başıboş çapulcu serserinin gece-gündüz sokaklarda cirit attığı bir semttir.
Ve bu ilk taşınma bundan sonraki 12 senelik periyotta belirli kaprisler, anlaşmazlıklar ve zorunlu nedenlerle 5 kez daha tekerrür edecektir.
İlkokul yılları bu şekilde geçmiştir, bundan sonrası başka bir yazının konusudur. 

24 Mart 2013 Pazar

Haftanın Önerileri#3:En Güzel Çizgifilmler

Öğretmen olmamla yakından uzaktan alakası yok: Animasyon filmlere bayılıyorum!!! Elbette burada tanıtacağım filmler hem eğlenceli hem de mesajı olan filmler. 

1.Toy Story (Oyuncak Hikayesi)

"Arkadaşlık" konusunda en güzel filmlerden. Pixar film stüdyosunun büyümesini ve bizi başka animasyonlarla tanıştırmasını sağlayan filmdir diyebilirim. 2. ve 3. sünün çekilmesine rağmen bu ilk filmin çocukların ve çocuk kalanların gönlündeki yeri ayrıdır. 
Konusu kısaca şöyle: Andy bütün zamanlarını değerli oyuncağı kovboy Woody ile geçirmektedir. Woody, Andy'nin gözdesi olmasının cazibesini diğer oyuncak arkadaşlarına (özellikle Rex ve Patates Kafa'ya) hava atarak kullanmaktadır. Ne zaman ki Andy'ye (kendini astronot sanan) Buzz Lightyear alınır, Woody'nin pabucu dama atılır. Artık Woody'nin tek derdi Buzz'dan kurtulmaktır, intikam çığlıklarıyla yaptığı her planı eline yüzüne bulaştırır, ancak karizmasıyla diğer oyuncakların da favorisi olan Buzz'dan ne yaparsa yapsın kurtulamaz. Taşınma zamanı kaybolunca Woody ve Buzz işbirliği yapmak zorunda kalır. 
Filmin müzikleri de sürekli dinlediğim parçalar arasındadır.

2.Wall-E (Vol-İ)


"Aşk" ve "Dünya&Geri Dönüşüm"ü en güzel işleyen film.
Konusu: İnsanlar dünyayı o kadar çok kirletirler ve dünyamız kocaman çöp yığınlarına dönüşür ki, Dünya'yı terkedip başka bir gezegende koloni kurmaya karar verir insanoğlu. Dünyada geride kalan tek varlık çöp yığınlarını istiflemekle programlanmış bir robottur. Dünyada hala hayat olabileceğini düşünen insanlar ajan bir robotu gezegenimizi araştırmakla görevlendirirler. Robotumuz Wall-e, işte ajan robot Eva'ya aşık olur. 
Çocukların aşkın en saf halini bu filmde izleyebileceklerine emin olabilirsiniz. Oldukça az konuşma olması da bana göre filmin artılarından biri.

3.Up (Yukarı Bak)


"Hayal kurma" ve "Hayalinin Peşinden Gitme" konusunun işlendiğini söyleyebileceğim bir film. Çocukluklarından beri "Cennet Şelaleleri"ne gitmeyi hayal eden, büyüyüp evlendiklerinde bile bu hayalinden vazgeçmeyip bunun için para biriktirmeye çalışan bir çiftin hikayesi ile başlıyor film. (Sosyal medyada "en güzel aşk hikayesi" adıyla filmin başını video olarak izlemişsinizdir büyük ihtimalle) Bu hayalini gerçekleştiremeden ölen Ellie'nin ardından Carl tam bir huysuz ihtiyara dönüşüyor. Evinin bizim tabirle kentsel dönüşüme kurban edilmesine "cesedimi çiğnemeden asla" tarzı bir yaklaşım sergileyen Carl, belediyenin yıkım ekiplerinden kaçış olmadığını anlayınca, evin çatısına çıkıyor. Tabi "çocuğumu keserim" demek için değil, bağladığı balonlarla hem evini yıkılmaktan kurtarmak, hem de sevgili Ellie'ciğinin hayallerini gerçekleştirmek adına Cennet Şelaleleri'ne gitmek için. Evin uçtuğu sırada kapıda olan küçük izcimiz de bu zorunlu yolculuğa dahil oluyor, sonrası da olaylar, olaylar. 

4.Finding Nemo (Kayıp Balık Nemo)


Bu filmin konusu da "Aile" ve "Cesaret". Eşini ve bütün yavrularını bir saldırıda kaybeden bir babanın tek yavrusunun üstüne titremesini ve onu uçsuz bucaksız okyanusun bütün kötülüklerinden korumaya çalışmasını konu eden bir hikayesi var. Babasının baskıcı tavırlarına isyan eden; ettikleri bir kavga sonucu başını alıp babasına meydan okumak için gördüğü tekneye kuyruk atan Nemo'nun dalgıç tarafından yakalanması ve babasının biricik oğlunu kurtarmak adına o en korktuğu okyanuslara dalması ile maceramız başlıyor. Bu macerada Nemo'nun babasına eşlik edenler unutkan balığımız Dori, köpek balıkları, kaplumbağalar, deniz anaları ve martılar (Yeap!)

5.Lion King (Aslan Kral)


"Aile bağları" ve "Olgunlaşma" üzerine bir film. Ormanların kralı Aslan varisi olan oğlunun doğumuna çok sevinmiştir. Oğlunu da kendi gibi kral olmak üzere yetiştirecektir. Bu konuda da ona yardım edecek dostları vardır. Ancak bu küçük aslan Simba'nın doğumuna hiç sevinmemiş birisi vardır, amcası. Krallığı ele geçirmek için her türlü kötülüğü yapabilecek bir yapısı vardır. Babası ölünce Simba zamanından daha erken büyümek ve sorumluluklarına sahip çıkmak zorunda kalır. İlgi görünce devam filmleri çekilen filmlerden.
Hepinize iyi seyirler.
Not: Kişisel favorim burada tanıtmadığım Ice Age-Buz Devri'dir.

Bilgi: Görseller beyazperde.com'dan alıntıdır. 

17 Mart 2013 Pazar

Haftanın Önerileri#2:Televizyonu Bırakın, Bunları Deneyin

Ailelerin en şikayet ettiği konulardan birisi; çocuklarını televizyon başından ayıramamak. Televizyonun hem sosyal, hem zihinsel yönden o kadar çok zararı var ki.. Hepsinden bahsederek konuyu dağıtmayayım şimdilik. En temeli ve benim açımdan en ürkütücü olanlarından biri çocuklarda "dikkat dağınıklığı" ya da "dikkat eksikliği"ne yol açabilmesi. Bununla ilgili olarak sosyal mecralarda paylaşılan bir resmi de buraya eklemek istiyorum. 


Günde 1 saatten az ve 3-4 saatten fazla tv izleyen çocukların resimleri
Sizce de son derece açık ve dramatik değil mi?

"Televizyonun başından kalk, odana gidip resim yap/ödevini yap/oyun oyna." gibi bir istekte bulunmak çocuğu bu televizyon bağımlılığından kurtarmak için bir çözüm yolu değil kesinlikle. Çocuklara "yetişkin bakış açımız"la baktığımızda kendi sorumluluklarını kendilerinin bilmelerini, uygulamalarını bekliyoruz ama burda da çözüm yolu başka konularda olduğu gibi 'sabır'la "model olmak"tan geçiyor. Peki bunun için ne yapacağız?

1.Çocuğu televizyon başından kaldırıp televizyonun başına kurulmak:
En güzel model olma yolu :) Siz böyle yaparak zaten çocuğa "televizyon eğlenceli bir şeydir, zamanımı televizyondaki dizilere ayırmaya tercih ediyorum, televizyonu izlenmeye ve zaman ayırmaya değer buluyorum." mesajını vermiş oluyorsunuz. 

2.Çocuğu televizyon başından kaldırıp odasına göndermek ve ödevini yapması için söylenmek/bağırmak:
Sanırım 1. maddeden daha etkin bir yol. Çünkü en azından ebeveyn olarak siz de televizyon başından kalkma zahmetini/büyüklüğünü gösterdiniz. Çocuğa müdahale etmek için dizinin reklam arasını değerlendirdiyseniz orasını bilemem tabi. Her gününüz bu şekilde bir inatlaşmaya dönüşüyorsa çocuk zamanla sizin uyarılarınıza duyarsızlaşacak, sizi duymaz başka bir deyişle takmaz hale gelecektir.
Anne ve baba (varsa diğer büyükler) salonda televizyon izlerken, odasında oyun oynamaya gönderilen çocuk cezalandırıldığını, yalnız bırakıldığını hissediyor olabilir. 

3.Çocuğu televizyon başından kaldırıp neler yapabileceği konusunda ona rehber olmak:
İşte bu yazının konusu! Çocuğunuz için televizyonun zararlı olduğunu düşünüyorsanız, siz de televizyondan uzaklaşacak ve onunla kaliteli (anlamlı) zaman geçirmek için çaba göstereceksiniz. Çocuğunuz yaş itibariyle tek başına oyun kuramıyorsa ya da kişilik özelliği olarak sosyal bir çocuksa, etrafındaki insanların onu doğru yönlendirmesine ihtiyacı vardır. Bu zamanı geçirebilmek için birkaç etkinlik önerisi:

*Ona kitap okuyun, o da size kitap okusun. Hatta özellikle o size kitap okusun.

Hep birlikte kitap okuyan bir aile.
İmkansız mı görünüyor?

Kitap okuma, sadece yatma saatine özgü bir davranış gibi algılansa da (sanırım bu da yabancı filmlerin etkisi) her zaman yapılabilecek bir etkinlik. Ve çocuğunuz okul öncesi çocuğu da olsa ona asla "sen küçüksün, okumayı bilmiyorsun ki." yaklaşımında bulunmayın. Resimlerine bakarak size kitabı anlatsın, size kitabı okuduğuna inansın. Bunun özgüveni ve 1. sınıfta edineceği okuma becerilerini ne kadar geliştirdiğine inanamazsınız. 


 Sınıfta bazen özel okuma saatleri yapıyorum. 
Çocuklar da bunu aralarında bir "kitap kulübü" kurarak 
ilerletmeye karar verdiler.
  (Tabi ben burada fotoğraf çekerek dikkat dağıtan öğretmen oluyorum.)

*Evinizde bulunan eski kitap, defter, dergi, gazete, market broşürü, yazılı ne varsa bunları bir araya getirin. Bunlar dışında ihtiyacınız olan malzemeler; makas,yapıştırıcı, masa ve (klişe de olsa) hayalgücü.
Birlikte harfleri kesin, çocuğunuzun ismini oluşturun. Sayıları kesin, karıştırın, o sıraya dizsin. Yiyecek resimlerini kesin, sebze mi meyve mi gruplandırsın. Çeşitli renklerde nesneler kesin, renklerine göre gruplandırsın. Çok girintili-çıkıntılı bir resmi kesemiyorsa (ve kesemediği için morali bozuluyorsa), resmin etrafına bir daire çizin ve o daireyi kessin. Kestiğiniz resimleri başka bir kağıda yapıştırarak bir kolaj çalışması oluşturun.

Ya da sevdiği bir hayvan seçin, eski bir deftere bu hayvanla ilgili bulabildiğiniz tüm resimleri ve bilgileri zamanla ekleyin. (yabancıların scrapbook olarak adlandırdıkları bir nevi albüm çalışması) 

*Birlikte jimnastik/spor yapın.
Havalar kötüyse giyin eşofmanlarınızı, alın yanınıza su şişelerinizi, açın en sevdiğiniz şarkıyı, evde halının üstünde spor yapın. Hareketsiz yaşam biçiminin sebep olduğu pek çok hastalık var, bunlardan korunabilmenin en ucuz ve kolay yolu spor yapmak. Biz sınıfta her gün yapmaya çalışıyoruz. (laf aramızda biz biraz fazla enerjimizi atmak için yapıyoruz da)
İsterseniz aşağıya eklediğim linkten spor yapma videolarını izleyebilirsiniz. Gerek 3-6 yaş, gerek ilkokul çağı, gerek yetişkin, gerek yaşlılar için kısa egzersiz videoları var.

http://beslenme.saglik.gov.tr/index.php?lang=tr&page=25

*Devamı gelecek.

15 Mart 2013 Cuma

Eski Kafalıyım-Değişime Karşıyım & Bloglovin'


Blog sayfamı 2009'da açmış olmama rağmen kalem-kağıtla daha haşır neşir olduğumdan burayı hep yokmuş farzettim. Sonra üstünden zaman geçip ben buralara ısınınca kendi kendime yazılar yazdım ve insanlarla paylaşmaya değer bulmadığımdan yazılarımı sıfırladım. 
Varolan blogumu mesleki paylaşım sayfasına döndürme kararı aldığımda da blogspot yapısını değişmiş ve Google'a eklenmiş buldum, okuma listelerimin sürekli kaybolması, eski okuma listelerimin geri gelmesi, postlarımın kaydettiğim halde uçması gibi pek çok sorun beni ısınmaya ve paylaşımda bulunmaya çalıştığım bu blogdan soğuttu. 

Photoshop'u bilgisayara yükleyip, programın dilinden anlayacak zamanı ve sabrı bulamayacağımı anladığımda; koskoca programı günlerce aramama-indirmeme-yüklememe acımayarak silmiş bir insanım. Ayrıca Facebook'un Zaman Tüneli'ne geçmesine de çok tepki göstermiştim, bir süre kullanmadım. Ekşi Sözlük'ün Beta'ya geçmesine de tepkiliyim,  şu an giriş yapmıyorum. Sık sık taşınmaya da karşıyım. İlkokulda da ilçe değiştirirken (ülke ya da il filan değil sadece ilçe) annem ve babamı da protesto edip eski komşularımızla yaşayacağımızı aleme ilan etmiştim. (çok yaram varmış:) ) ha sonra ne mi oldu? annemlerin taşınmasından 2 hafta sonra ben yeni evde nerde uyuyacağımı tayin etmeye çalışıyordum, Facebook'un eski versiyonunu hatırlamıyorum bile, Ekşi için acım henüz çok taze. 
Bu arada blogspot, google+, google reader'ı çözmeye çalışırken Bloglovin' e transfer olacağımızı öğrendim. En azından 1 Temmuz'a kadar Bloglovin' i araştırma ve anlama zamanım var. 

Follow my blog with Bloglovin

Bu kadar yazıyı da bu linki eklemek için yazdım bu arada. 

10 Mart 2013 Pazar

Haftanın önerileri#1:Sevdiğim bloglar ve siteler

İnternet büyük ve büyülü bir dünya. İçinde ne ararsanız var. Yeter ki siz ne istediğinizi bilin. Sevdiğim, bayıldığım, ilham aldığım bazı (eğitsel) internet sitelerine ve bloglara da burada yer vermek isterim. 
Not: Alfabetik sıraya göre sıralanmıştır. 
1. abcya.com
http://www.abcya.com/

Bu site İngilizce ses eğitimi için tasarlanmış bir site. Grade K bölümüne girdiğinizde sesle ilgili oyunlar oynayabiliyor, ya da hikayeler dinleyebiliyorsunuz. Bence anasınıfında İngilizce öğretiyor olmasak bile (kaldı ki çocukların tam da bu yaşta 2. dile algıları çok açık oluyor), hikayeler görselleri ve seslendirmeleri başarılı olduğu için sınıfta izlenebilir. (Eğer bilgisayar-internet ve projeksiyon imkanlarınız sınıfta mevcutsa)
2. dltk-kids.com
http://www.dltk-kids.com/
Sanırım yabancı okul öncesi etkinlik sitelerinin en ünlülerinden. Burada konunuza ya da elinizdeki malzemeye göre etkinlik aratabiliyorsunuz. Yalnız etkinlikler arası bağlantılar o kadar başarılı ki, "dur şu etkinliğe bakayım,aa bak bu da varmış" derken aslında ne aradığınızı unutmuş bulabilirsiniz kendinizi.
3. inciminci.com
http://www.inciminci.com/
Bu sitemiz de önde gelen okul öncesi etkinlik sitelerinden. İçeriği gerçekten oldukça yoğun ve tek bir konuya değil bir çok farklı alt başlığa sahip. Okul öncesi öğretmenlerinin gönderdiği paylaşımlara yer veriliyor olması da bir hoşluk. 
4. ixl.com
www.ixl.com


Bu siteyi çocuklarla farklı matematik etkinlikleri yapmak için kullanıyorum. Sene başında Pre-K, daha sonraki dönemlerde Kindergarten sayfalarındaki soruları çocuklara yönelterek hem eğlenceli bir grup aktivitesi yapmış oluyoruz, hem de zaman zaman çocuklara tek tek sorarak matematik becerilerini değerlendirme fırsatı yakalıyorum. 
Not:Üye olunmazsa hergün sınırlı soru hakkı veriliyor.
5. makinglearningfun.com
http://www.makinglearningfun.com/
Bu site de alfabetik sıraya göre konular dizininden seçtiğiniz konuyla ilgili etkinlikler aratabileceğiniz oldukça kullanışlı bir etkinlik portalı.
6. minieco.co.uk
http://www.minieco.co.uk/

Şu pinyatanın güzelliğine bakar mısınız!

Hem sade tasarımıyla, hem de etkinliklerde kullandığı renkler ve bir de üstüne aydınlık/net fotoğraflarıyla beni benden alan bir sanat etkinliği sitesi. Tabi ki bazı etkinlikler daha büyük yaş gruplarına hitap ediyor olsa da yine de zaman zaman siteyi inceliyor ve o harika etkinlik fotoğraflarından gözlerimi alamıyorum. 
7. mrsleeskinderkids.blogspot.com
http://mrsleeskinderkids.blogspot.com/

Sınıfı ve öğrencileriyle ilgili etkinlikler paylaşan bir öğretmenin sitesi. Amerika'nın eğitim sisteminde okul öncesi ve 1. sınıf programı birbiriyle koordinelidir. Ayrıca İngilizce, Türkçe gibi okunduğu şekliyle yazılan bir dil olmadığı için çocukların İngilizce okuma ve yazmayı öğrenmeleri 2 yıla yayılıyor. Kindergarten sınıfında çocuklar adlarını, soyadlarını, basit kelimeleri yazmayı öğreniyorlar. 1. sınıfta da programa devam ediliyor. 

Yaptığı etkinliklere de bayılıyorum ve elimden geldiğince bu tür farklı masabaşı etkinlikler hazırlamaya çalışıyorum çünkü bu tarz etkinlikler sayesinde çocuklar hem pek çok farklı kavramı farkında olmadan öğreniyor hem de dikkat süreleri uzamaya başlıyor. Kendi hazırladığım ve sınıfta oynattığım etkinliklerle ilgili ayrı bir post hazırlayacağım. 
8. teachthechildrenwell.com
http://teachthechildrenwell.com/

Bu site de sade tasarımlı bir etkinlik portalı. Konu listesinden ilgilendiğinizi seçiyorsunuz, konuyla ilgili alt başlıkları sıralıyor, seçtiğiniz başlıktan sizi o konuyla ilgili bir siteye yönlendiriyor.