29 Ağustos 2013 Perşembe

Birdenbine Masallar No:4 Bebipen


 (Ön kapak)
(Arka kapak)
Adı: Bebipen
Yazarı: Uzman Psikolog Şebnem Kartal
Yayınevi-Basım Tarihi ve Yeri: Sistem Yayıncılık - Kasım 2008,İstanbul
Fiziksel Özellikler: 20x18 boyutlarında kolay kavranır bir kitap. Ortadan iki zımbalı. Toplamda 36 sayfadan oluşuyor. 
Bundan önceki 4 kitapla aşağı yukarı benzer ayrıntılara sahip. Metin, kitap harfleriyle basılmış ve yeterince rahat okunabilir puntolarda. 

Bu kitapta sol sayfada resimler, sağ sayfalarda metinler mevcut. Bu haliyle kitabın sınıfta çocukların arasında katlanarak okunmasını kolaylaştırıyor. (Kolaycı öğretmen modu)

Yine kitap kahramanının adı metne kapaktaki görseliyle basılmış. 

Kitabın Resimleri/Çizimleri: Tasarım Graphinn tarafından hazırlanmış. Fazla ayrıntıya girilmemiş resimler olduğunu söyleyebilirim. 
Resimler konusunda kişisel görüşüm sanırım hiçbir zaman değişmeyecek. Çizim çocuk kitabına da yapılıyor olsa, mümkün olduğunca gerçekçi ayrıntılar kullanılmalı. Çocukta yanlış bir perspektif algısı oluşturabilecek resimler veya insansı özellikler katılmış hayvan resimleri görmekten hoşlanmıyorum. 
Al sana inci kolyeli anne penguen. Boynuna atkı takmış penguen de var. 
Diğer çizimler dediğim gibi ayrıntısız bir penguen hayatını yansıtıyor. 


Hikayesi: Bildiğiniz gibi penguenler yumurtadan çıkarlar, yumurtadayken penguenleri babaları keselerinde saklar, anneleri yemek bulmak için okyanus kıyısına giderler. Anneler hem karnını doyurup, hem de döndüğünde doğmuş olacak yavrusunu beslemek için besin depoluyorlar. Anneler döndüğünde bu sefer babalar bu zorlu yolculuğa adım atıyorlar. Hikayemizde Bebipen'in annesi de bu yolculukta ölüyor ve Bebipen yumurtadan çıktığında annesinin artık hayatta olmadığı gerçeğiyle yüzleşiyor. Babası da yiyecek yolculuğuna çıkacağı için Bebipen yalnız kalacak. 
Yavrusu olmayan bir dişi penguen Bebipen'in bakımını üstlenme teklifinde bulunuyor. Bebipen'le hayata, sevmeye, sevilmeye dair sohbet ediyorlar. Bebipen, Penguen Hanım'la hayatı tanımaya ve alışmaya başlıyor.

Anlatım Dili-Kullanılan Kelimeler/Kavramlar: Şebnem Hanım yine kitabında duygulara ağırlık veriyor. Güvende hissetmek, özenle korumak, tedirgin olmak, hayranlıkla izlemek, teselli etmek, birbirine destek olmak gibi kavramlara yer verilmiş. Ayrıca ikili konuşmalarda "Sen-Ben Dili"nin yansıtılmasına özen gösterilmiş.

Bu kitap neden alınmalı?: Kitap penguenlerin yaşamı hakkında da oldukça ayrıntılı bilgi veriyor. Tabi burada hikaye ile ilgili dikkat edilmesi gereken bir noktayı belirtelim: Hikayede de bahsettiğim gibi Bebipen'in annesi ölünce bakımını bir başka kadın üstleniyor. Tam olarak evlat edinme de değil, tam anlamıyla üvey annelik de değil. 
Hayatta ebeveynlerinden birinin ölümü ile bir akrabasının yanında yaşayan çocuklar da var. Annesi ile babası ayrılıp yeni bir evlilik ile yeni bir aile hayatı yaşayanlar da var. Yuvadan evlat edinilen çocuklar da var. Zaten "Evlat edinilme" çocuk için oldukça hassas bir konu ve bildiğim kadarıyla psikologlar açıklama zamanını aileye bıraksalar da okul öncesi dönem ile ilkokul döneminin uygun olduğunu belirtiyorlar. Bahsettiğim durumlara göre belki hikayede uyarlamalar yapılabilir.  

Hangi yaş grubuna uygun?: Hedef yaş grubu 3-12 olarak belirlenmiş. 

Benim deneyimlerim: Bu kitabı "Gems Penguenler" konusunu işlerken penguenlerin hayatını aktarmak için konusunu değiştirerek okuyordum. 

Not: Penguenlere bayılıyorum. Penguenlerin hayatı ile ilgili "La Marche de L'Empereur-March of The Penguins-İmparatorun Yolculuğu" belgeselini öneririm. Müziklerini de kendisine ayrıca bayıldığım Emilie Simon yapmış. 

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Türkiye'de Kadın Olmak

Uzun zamandır benzer şeyleri düşünüyorum. Sürekli bir "kadın" üzerinden dönen tartışmalar, kadının doğum izninin ne kadar olması gerektiğine yasalar karar veriyor, kadının kürtaj yaptırıp yaptıramayacağına bakanlık karar veriyor, kadının tecavüze uğrayıp uğramadığına savcılık karar veriyor. Hepsi ataerkil, erkek egemen kurumlar. 

Bir haber okudum bugün, bu adreste:
http://www.gercekgundem.com/?p=563252

Ben ayrıntısını yazayım biraz, Bingöl'de zihinsel engelli bir kız tecavüze uğruyor, tecavüze uğradığı hamileliğiyle, hamileliği ise karın ağrısı şikayeti ile hastaneye gitmesiyle ortaya çıkıyor. Savcılık -inanılması güç ama bu yargı sisteminde kısa bir zaman olduğu bile düşünülebilir- 22 gün sonra engelli kızın, kendisini hamile bırakan kişiLERden şikayetçi olmadığı ve RIZASININ OLDUĞU gerekçesiyle soruşturmaya gerek olmadığına karar veriyor. 

Köye dönüldüğünde ise babası yıllar önce ölmüş, okumamış, zihinsel engelli ve tecavüze uğrayarak hamile kalmış bu kızı öldürmeleri ve namusunu temizlemeleri için annesi ile abisine baskı kuruyor köyün diğer 35 hanesi. Ve iletişimi kesiyorlar bu namus meselesi çözülene kadar. 

Hadi diyelim bu köylü halk cahil kaldı, bu tür olaylarda "erkek" tarafından bakıyor olaya. Peki ya savcılık? Onlar da mı cahil? Zihinsel engelli, Türkçe bilmeyen bir kızın rızasının olduğuna nasıl karar verilebilir? 

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (kaldı ki yanlış hatırlamıyorsam eski adı Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı idi, bu adın değiştirilmesi bile zihniyeti ortaya koyuyor aslında) duruma el koymuş ve soruşturma tekrar başlatılmış. 

Bu arada ne olacak? Adli Tıp'tan bilmem kaç ay sonrasına randevu alınacak, Adli Tıp uzmanları kızın ruhsal durumunun bozulmadığına kanaat getirecek, bu arada yasal sınır çoktan aşıldığı için bebek doğurulacak ve yuvaya verilecek. Aile de köyden göç etmek zorunda kalacak. Tecavüzcülerin yaptığından duyulan gururla sırtına vurulurken, bu ailenin sırtına vurduğu eşyaları olacak, yediği laflar, işittikleri hakaretler olacak. 

Bir de bunlar duyduklarımız, okuduklarımız. Ya sesleri duyamadığımız niceleri.. Bizi kim koruyor? 

22 Ağustos 2013 Perşembe

Her Güne Bir Çocuk Kitabı

Kitap okuma performansımı zaman zaman yeterli bulmasam da iyi bir kitap okuyucusu olduğuma inanıyorum. Daha küçüklükten itibaren bir kitap kurduydum ve bu aşk küçük yaşlarda edinilmezse sonradan kazanılması pek mümkün olmuyor. Bana göre kitap okuma bir aşk, bir alışkanlık değil. Evinde kitaplığı olan, çevresinde elinde kitaplar, gazeteler, dergiler taşıyan insanlar gören, hele bir de gece uyku saati rutini olarak kendisine kitap okuyan anne-babaya sahip bir çocuğun çok (hatta çok çok) şanslı olduğunu düşünüyorum. 

Okuduğum, beğendiğim, kuytularda köşelerde saklamak istediğim kitaplarım haricinde kendimce zengin bulduğum bir çocuk kitapları arşivim de var. Çünkü sınıfların kitaplıklarında bulunan, genellikle öğretmenin sene başında velilerden almasını istediği ve sene boyunca aslında doğru düzgün yüzüne bakılmayan çocuk kitaplarını yetersiz ve saçma buldukça; çocuklara okumak için hem daha uygun resimlenmiş, bazen eğitici, bazen sadece eğlenceli, kaliteli kitaplar aramaya başladım. 

İnternet sitelerinin indirimlerinden, kitap fuarlarından, kitapçıların fırsat köşelerinden sıkça yararlanıyorum bu konuda. 

Blogda da bir kitabı neden sevdiğimi, hangi yönleriyle tercih ettiğimi ve bu kitapla ilgili genişletilmiş etkinlik fikirlerini paylaşmayı uygun buldum. 

Bu arada güzel bir haber, çocukların kitap okuması/okuyabilmesi için çabalayan Esra Akçay Duff'ın girişimi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin destekleri ile bir gezici çocuk kütüphanesi oluşturuldu. 


Gezici kütüphane 21 Ağustos-14 Eylül tarihleri arasında hafta içleri ve Cumartesi günleri saat 10.00 ile 18.00 arasında Göztepe 60. Yıl Parkı'nda olacak. 
Güncel bilgileri Kitap Okuyan Çocuklar sitesinden ya da https://www.facebook.com/KitapOkuyanCocuklar adresinden 
edinebilirsiniz. Ben de tatilde olduğum için haftaya bir gün gidip görmek istiyorum mümkünse. 
Bir kez daha yazalım: Şimdiki çocuklar çok şanslı. 

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Taare Zameen Par-Yerdeki Yıldızlar

"Every Child is Special-Her çocuk Özeldir" adıyla da bilinen, eğitimciler başta olmak üzere herkesin izlemesi gerektiğine inandığım filmlerden biri. 
2007 yapımı Aamir Khan (ben nedense Emir Han demeyi tercih ederim) başrollü bu film; disleksi olan bir çocuğun onu anlamayan ailesi, öğretmenleri ve arkadaşları arasında yitip giderken, varlığını ve yeteneklerini keşfeden bir öğretmeni sayesinde hakettiği başarıları kazanmasını anlatıyor. 


Filmle ilgili paylaşmak istediğim birkaç nokta var. 1. si resim öğretmenimizin sınıfa ilk girişi:

"Çocukların dikkati nasıl çekilir/toplanır?" konulu, Öğretim Yöntem ve Teknikleri dersinde okutulması gereken 10 numaralı hareketler içeriyor. Anaokullarında ya da anasınıflarında çocuklarla bu türden coşmalar, kopmalar yaşama fırsatımız çok oluyor. Ancak ilkokul ve ortaokullarda nasıl karşılanır bilemiyorum. 

Bunun dışında bir de bahsetmek istediğim 2. nokta şu:


Bu video (filmin bu kısmı yani) kahramanımız Ishaan'ın işadamı babası, okulun gözde öğrencisi abisi Yohann ve 3. sınıf öğrencisi küçük Ishaan'ın her sabah nasıl uyandığını-nasıl hazırlandığını; annenin de bu hazırlıklara katkılarını gösteren kısmı. Baba ve abi ne kadar disiplinli tavırlar içindeyse Ishaan o kadar keyfekeder. 
Zaten matematik yazılısında bile 3*9=? sorusuna cevabı hayaller kurarak buluyor. Yatılı ve disiplinli bir okulda tembelliğine (?) çare bulacaklarını düşünen ailesi oğullarını giderek kaybettiğinin farkında değil aslında. Herkes çarkın dişlileri arasında kendine önemli bir yer edinmek zorunda mı? Film bunu da sorduruyor bize.

Allah'tan işte bu okula vekil gelen öğretmen, Ishaan'ın yaşadığı zorlukların nasıl çözüleceğinin ve ondaki üstün resim yeteneğinin farkına varıyor da Ishaanımız sönmekten kurtulan aksine ışıl ışıl parlayan bir yıldız oluyor. Diğer her çocuk gibi. 
Nikumbh, okul sonrası Ishaan'la birebir çalışırken pek çok tanıdık yöntem görüyoruz: Kuma yazma, oyun hamuruyla harfler yapma, resimli metinler okuma, büyük satırlara yazı yazma vb. Bir eğitmen yeter ki bu soruna eğilmek istesin, öğrenemeyecek çocuk yoktur. (Ha bizdeki kalabalık sınıflar gerçeğini kesinlikle ve kesinlikle es geçmiyorum ama bazen sadece biraz daha fazla zaman, bu tür sorunları çözmeye bir adımdır) (Ayrıca 4+4+4le 1. sınıfa erken başlayan ve okuma-yazma öğrenemeyen çocuklar gerçeği ise başka bir post konusu)


Bu resim de sene sonunda okulda bir resim yarışması düzenleyen Nikumbh'un gözünden Ishaan. 


Her çocuk özeldir, her çocuk önemsenmeyi hak ediyor.

16 Ağustos 2013 Cuma

Ben Kimim?

Bloglarda çok dolanan bir mim vardı, eh kendim hakkında biraz zevzeklik etmeye vesile olsun.

Ben Kimim?
İsmim Didem. Artık 30lu yaşlarına dayanmış bir anasınıfı öğretmeniyim. (3lü yaşlar hoş geldin ühühühü)

Blogumun adı nereden geliyor?
Sanırım kendimi bir prenses sanmam şu fotoğrafla başladı. Bir kutlama partisinde Pamuk Prenses kostümü giymiştim. (Ya aslında gerçekten bir prenses olsam hiç de fena olmazdı.)
 Öğretmenlikte 9 yılı bitirdim. Stajlarım, AÇEV’de ve TEGV’de gönüllülük yaptığım dönemler de eklendiğinde oldukça uzun bir zaman boyunca çevremde minik adamlar/hanımlar oldu.
Çocukların dünyaya olan merakına, ilgisine, saf duygularına, olayları algılayış ve yorumlayış biçimlerine bayılıyorum.

Blog açmaya nasıl karar verdim?
Yazı yazmayı sevdiğim için, kendi kendime yazılar yazdığım bir blogum vardı. Sonra sildim hepsini, paylaşmaya değer bulmadığım için sanırım. Ve blogumu dönüştürmeye karar verdim geçen yıl.

Neden eğitim blogu?
Yaptığım en iyi iş olduğu için diyebilirim. Paylaşımlarımın dönem boyunca az olmasının bazı sebepleri vardı. Blogun ne yöne gitmesi gerektiğine de aldığım bir eğitim sayesinde karar verdim.
1. Çocuk kitapları ile ilgili az sayıda blog mevcut. 3-6 yaş çocuk kitapları konusunda oldukça büyük sayılabilecek bir arşivim var ve bu nedenle her güne bir çocuk kitabı tanıtmaya karar verdim. Çünkü bu dönem kitap sevgisi ve kitap okuma alışkanlığı için doğru bir dönem.
2. Montessori eğitimi aldım ve şartlarda bir değişiklik olmazsa bu yıl bir Montessori sınıfım olacak. Bu eğitim sistemiyle ilgili bilgi ve uygulama paylaşımı yapmayı planlıyorum.

Kişiliğim
Doğru bulduğum şeyleri karşımdakini kırma pahasına söyleyebiliyorum bazen. Diplomasi sanatını öğrenebilseydim belki hayat benim için daha kolay olurdu.
Mükemmeliyetçi değilim ama detaycıyım. Bir işi herhangi bir adımını üstünkörü geçmeden, olması gerektiği gibi yapmak isterim. Belki bunun bir etkisi ya da sonucu olarak mesleğimle ilgili ne istediysem deneme/öğrenme fırsatı bulmuşumdur.

Hoşlandıklarım
Çayı kaşıkla içmek. Kaşıksız çay içemem. Bana göre muhabbeti arttıran da, koyulaştıran da, bitiren de kahve değil, çaydır.
Leyla ile Mecnun delisiyim. Bazen sırf bu yüzden arkadaşlarım “yeter ya bıktık bu dizi muhabbetinden” noktasına sürüklenmekteler. Ama biraz törpüledim kendimi.
Hayal kurmaya bayılırım.

Bunlar dışında ilgi duyduklarım dönem dönem değişir. Bir dönem Mısır ve Yunan mitolojisine deli oluyordum, uğruna sanat tarihi bile okuyabilirdim. Bir dönem yazarlığa merak salıp anılarımı külliyat haline dönüştürmeye karar verdim. Ama sonra yaşanmamışlıklarımın anılarımdan daha büyük bir alan kapladığını görünce vazgeçtim. Erteledim diyelim ya da. Bir dönem bulmacalara sardım. Nasıl ki Candy Crush delileri uykusunda bile şekerler patlattığını söylüyor, ben de o dönem çengeller, sarmallar, soldan ikinci harfler filan görüyordum rüyalarımda.

Hoşlanmadıklarım
Bir Terazi asla ve asla kaba hareketlerden hoşlanmaz. Salon hanımefendisi ve prenses olduğumu daha önce söylemiş miydim? :)
Parmak arası terlikten de hoşlanmıyorum.
Ha bir de kentsel dönüşüm yalanından.

En çok sevdiğim makyaj malzemem
Makyaj sanatına aslen sadece 1.5 yıl önce aşık oldum. Bu yüzden takip ettiğim blogların büyük kısmı makyaj üstünedir.
En sevdiğim makyaj malzemem galiba Hot Mama allığım. Inglot 85 pigmentimi de seviyorum, kullanmaya kıyamıyorum hatta.

Çantamda olmazsa olmazım
Derin bir nefes alarak bir çırpıda yazıyorum: Islak mendilim, kağıt mendilim, güneş gözlüğüm, anahtarım, toka kutum, aynam, şarjım, kitabım, suyum, atıştırmalık bir şeyler, makyaj çantam, flash diskim, not defterim, kalemim, mp3üm, sanırım biz kadınlar bavul tarzı çantalar taşımaya bayılıyoruz.
Bunun yanında ara ara çantama eklenen bazı malzemeler olur. Mesela sigara içen ve çok çakmak kaybeden arkadaşlarımla sık takılıyorsam onlar için kibrit, çakmak taşıdığım olmuştur. Yankesiciliğe uğradığım bir dönem kilit bulundurmaya başlamıştım. Bu sebeplerden dolayı arkadaşlarım bana “Kaptan Mağara Adamı” adını taktı. Ne lazım olsa o da tüylerinin içinden çıkarırdı.

En son okuduğum kitap
Beni okuma konusunda silkeleyen ve toparlayan Pinnuccia’nın okuma etkinliği oldu. Sonradan katıldığım bu etkinliğin 3 haftasında hazırladığım listeden 3 kitap okudum:
-Kürk Mantolu Madonna (O kadar naif bir hikaye ki hakkında yorum yapmaya kalksam Raif Efendi'nin alınmasından ve omuzlarının biraz daha düşmesinden korkarım.)
-Mor Amber (Nijerya'daki siyasi olayların koyu Katolik bir ailenin kızının gözünden anlatıldığı bir hikayeydi.
-Aşkın Gözyaşları 1 ve 2 (Elif Şafak Aşk dedi milyonları götürdü ama şu meşhur hikayeyi önce Şems'in dilinden, sonra Mevlana'nın kalbinden, sonra da Mevlana'nın kızı Kimya Hatun'dan dinleyin en iyisi tarzında bir üçleme olmuş. Anladığım kadarıyla yetmemiş 4-5-6 diye de gidiyormuş. Bana Şems'in dilinden dinlediklerim yetti aslında)